Doğal Kaynakların Tahribatı
Bugün bahsetmek istediğim konu beni çok üzen ve çokça düşündüren, doğal kaynakların tahribatı ve buna bağlı gelişen iklim krizi problemi. Pandemi döneminden geçtiğimiz, sağlığımızı böylesine tehdit eden bir virüsle karşı karşıyayken, bir yandan da her şeyi bir kenara bıraktıracak olan iklim krizi gibi bizi yuvamızdan edecek bir problemle karşı karşıyayız. İklim krizini ivedilikle ele alınması gereken problemlerin başında görüyorum. Bizler dikkate almadıkça, görmezden geldikçe yaşam da bir bir ellerimizden kayıp gidecek.
Dünya’nın dengesini yitirdiğimiz bugünlerde gündemde pek yer almayan ama çoğumuzun birinci dereceden deneyimlemeye tanık olduğu doğal afetlerle baş başayız. Gündelik hayatımıza girmeye, bizi sağlığımızla, yuvamız olan dünyanın yok olmasıyla tehdit eden, iklim krizinin en önemli sebeplerinden olan doğal kaynakların tahribatına dur demek, farkındalık yaratmak gibi insani görevlerimiz olduğunu düşünüyorum. Doğal kaynakların tahribatına geçmeden önce doğal kaynaklar ve türleri hakkında kısaca bilgilendirme yapmak istiyorum.
Doğal kaynaklar, insan çabasıyla yapılamayan fakat insani amaçlar uğruna tüketilen, bugüne kadar ülkelerin iştahını kabartan ve savaşların ana sebeplerinden olan maddeler veya malzemelerdir. Doğal kaynakları yenilenebilir(yani tükenmeyen) ve yenilenemeyen(yani tükenen) kaynaklar olarak türleri varken, dünya vatandaşları olarak bugüne kadar tükenen, doğaya zarar veren, yenilenemeyen enerji kaynaklarını kullanma konusunda oldukça başarılıyız ne yazık ki. Yuvamızı kendi ellerimizle yıkmaya benziyor adeta bu, üstelik doğa ölüyor diye endişeleniyoruz. Ne büyük ironidir ki doğa olmadan nefes dahi alamayacağımızı unutmuşa benziyoruz. Bizlersiz doğanın ne çabuk kendini yenileyebilir olduğunu Covid sürecinde de bir kez daha gördük. Umuyorum ki acıdan öğrenmeyi, hataları dert değil de ders olarak almayı ilke ediniriz. Yoksa sonumuz verilere göre hiçte iç açıcı gözükmüyor. Yayınlanan bazı verilere baktığımızda;
Doğal kaynakların yanlış kullanımı ve tahribatı sonucu küresel ısınmanın dur durak bilmeden artmaya devam etmesi ve bunun üzerine pervasız endüstrinin geri çekilmemesi sonucu ısınmalar devam etmekte. Küresel ısınmanın aşırı sıcaklar üzerine etkileri, birçok canlı için tehdit oluşturuyor. 1,5°C ısınma eşiğini geçip 2.°C’ye ulaşırsak bazı bölgelerde hissedilen ısınma 2–2,5°C bulacak. Eğer önlemler alınmazsa dünya çapında yangın olasılıklarının %37,8 artacağı öngörülüyor. Şimdiden gördüğümüz, yaşadığımız yangınların %37,8 artmasıyla dünyada yaşanacak alanın neredeyse yarısının yok olacağının bir göstergesi. Küresel ısınmanın bir diğer etkisi ise deniz seviyelerinin yükselmesi. Deniz seviyesinin yükselmesiyle, özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan canlılar ve yüz milyonlarca insan risk altında kalacak. Gıda da kaçınılmaz olarak nasibini alacak diğer faktörlerden birisi. Daha az ürün, daha az besleyici gıdalarla karşı karşıya kalabiliriz. Doğa da her şeyin bir bütün olduğunu, doğusundan batısına, uzağından yakınına her canlının birbirini etkileme, etkilenme potansiyeli olduğunu unutmamak gerekiyor. Dünyanın bir tarafında açılan kömür termik santralin, kurulan nükleer enerji tesisinin verdiği zarar bütün dünyayı etkileyebilecek kapasitede olup, domino taşı gibi bir çok probleme faktör oluşturabilmekte. İklim krizini her ne kadar bir çok faktör etkilesede ben en büyüğünün doğal kaynakların tahribatı olarak görmekteyim. Bu sebeple bu yazımda vurgulamak istediğim noktalar doğal kaynakların tahribatı ve bunu önlemek için yapabileceklerimiz olacak.
Doğal Kaynakların Tahribatına İlişkin Yayımlanan Raporlar
Doğal kaynakların tahribatına ilişkin yayınlanan raporlara bir bakalım; Petrol devi olarak bildiğimiz Shell’in Ogoniland (Nijerya)’da yaptığı tahribat insan hakları ihlali konusunda en kötüleri arasında yer alıyor. 2011 BM Çevre Programı Raporu’nda bölge halkı sağlığı ve ekosistemi çok ciddi ölçüde etkilendiğini kanıtlamakta. Bir çok iklim aktivisti protestoda bulunsada, öldürülerek ya da bastırılarak hala bir çözüm getirilememiştir.
Gazeteci, doğa savunucusu Samir Flores Sobarenes ise Meksika’da kurulacak olan iki termik santrale, bir boru hattına ve yerli halk topraklarında inşa edilmek istenen su kemerine karşı yaptığı bir çok mücadele sonuçsuz kalarak, üst üste aldığı ölüm tehditi ardından 2019 yılında evinde öldürüldü. Samir’in itiraz ettiği proje’ye yeşil ışık yakılsa da şu an hala askıda kalmış durumda.
Bir diğer rapor ise UNESCO Dünya Mirası’nda bulunan Lamu Eski Kasabasında kurulmak istenen kömür santrali. Bölge halkı yeterli yenilenebilir doğal kaynaklarının bulunduğunu ve yenilenemez, çevreye zarar veren kaynakları kullanmakta hiçbir gerekçe görmediklerini belirttikleri bir protesto düzenlediler. Ek olarak kömür santrali yapımı sonrasında yaşanacak 1600 erken ölüm vakası, akciğer hastalıkları, çevre kirliliği ve bölge halkı balıkçılarının olumsuz etkilenmesi söz konusu. Ve yine öldürülen, yaralanan bir çok aktivist. Hükümet şu an inşaat yapımını durdursa da tamamen kapatılması henüz gündem de değil.
Ve bir sonra ki rapor güzel Muğla’mızdan. Doğasıyla, deniziyle, yeşilliğiyle bildiğimiz Muğla’nın 3 köyünde bulunan kömür santrali doğayı olumsuz etkilemekte ve bölge halkının geçim kaynağı olan zeytin ağaçlarını günbegün öldürmekte. Sadece doğa değil orada yaşayan halkta bundan nasibini alıyor. Artan kardiyovasküler hastalıklar, karaciğer hastalıkları, solunum yetmezliği ve erken ölümler santralle birlikte önemli ölçüde artmıştır. Bölge halkı çok fazla protesto girişiminde bulunmasına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden elde ettiği bir kazanıma rağmen hiç bir değişiklik olmayıp, santral kullanımı ne yazık ki hala devam etmekte.
Ne yazık ki bu ve benzeri bir çok rapor gösteriyor ki doğal kaynakların tahribatı aralıksız devam etmekte ve yapılan girişimler yetersiz kalmakta. Peki neden? Neden tek evimiz olan Dünya’yı acımasızca yok ediyoruz? Daha iyi yaşamak içinse sonunda yok edeceğini ve yok olacağını bilerek nasıl bir yaşamak bu? Sorular sormaktan çekinmeyelim ve cevaplar bahanelerle dolu olmasın…
Yaşamak dedim. Şu günlerde en çok ölmekten korkuyoruz. Mağlum Covid’den. Peki sizlere Doğal kaynakları vahşice katlederken aslında Covid için de artı bir risk oluşturduğumuzdan bahsetsem? Guardian gazetesinin haberine göre uzmanların yayımladıkları makale de Covid-19'un temel sebebinin bizler olduğuna ek olarak; Madenciliğin, doğal kaynakların tahribatının, yaygın ormansızlaştırmanın vahşi yaşama zarar verdiği ve dolayısıyla insan sağlığını da olumsuz etkilediğinden ciddiyetle bashetmektedirler. Doğal kaynaklarının yanlış kullanımı sonucu yapılan araştırmalar ve üstte belirttiğim raporların sonucunda özellikle karaciğer hastalıkları, solunum yolları hastalıkları ve kardiyovaskiler hastalıklarının oranını yükselttiğinden bahsetmiştim. Covid için her biri gerçek risk faktörleridir.
Maalesef yazının buraya kadar ki kısmı pekte iç açıcı gözükmemekte. Durum tam olarak bu diyemeyeceğim çünkü durum bundan da fazlası. Peki neler yapmalıyız? Bu bireysel üstesinden gelebileceğimiz bir durum değil maalesef. Ülke çapında yapılacak reformlar sayesinde üstesinden gelebileceğimizin görüşündeyim. Şimdi bahsedeceğim ülkeler temiz enerji kaynaklarının yani yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulumunu teşvik eden ülkeler. Güneş enerjisi, Rüzgar enerjisi gibi enerjileri kullanarak doğaya zarar vermeden enerji ihtiyacını karşılayabilmekteler.
Temiz Enerji’ye Geçmeye Çalışan Ülkeler
Freiuburg bir Alman şehri olması dışında aynı zaman da Güneş Enerjisini en verimli şekilde kullanan şehirler arasında. Güneş enerjisi kullanma hikayeleri Alman hükümetinin 17 Nükleer Enerji Santrali kurmak istemesiyle başlıyor. Bölge halkı kesinlikle karşı olduğu Nükleer Santral’in yapımı için bir çok protestoda bulunuyor ve hükümetin de kabulüyle temiz enerji hareketinin başlangıcı için adımlar atılmaya başlanıyor. Ve böylelikle dünya’nın ilk Güneş enerjiyle çalışan fabrikası da Freiuburg’a ait oluyor. Şehrin enerji ihtiyacını ise güneş panellerinden elde ediliyor. Fleiuburg gibi şehirler bize umut vaad ediyor. Temiz enerjiyle bütün bir şehrin enerji ihtiyacını karşılamakla kalmayıp enerji fazlasını üretip bunu satarak gelir elde edebiliyorlar.
Avrupa’da Avusturya, İsviçre, Almanya Güneş Enerjisine yatırım yapan, kullanan ülkeler arasında başta geliyor. Ama benim bahsetmek istediğim bir ülke var ki belki adını daha önce duymadınız dahi ama yaptıkları işlerle adlarının duyulmayı hak ettiğini düşünüyorum. Bhutan, Güney’inde Hindistan Kuzey’inde ise Çin bölgesi bulunuyor. Bu ülkeyi daha önce duymamanızın sebebi az gelişmiş olması olabilir. Fakat kaynakları,ekonomisi okadar sınırlı olmasına rağmen verdiği Karbon sıfır sözünü ilke edinmiş bir ülke haline gelmekle, diğer ülkelere enerji ithalatı yapabilecek seviyeye gelmiş durumda. Aslında bu ülkeyi kendi sözlerimle anlatmaktan çok Bhutan devlet başkanının müthiş Tedx konuşmasını paylaşarak aktarmak istiyorum. Bhutan’lı gibi düşünmenin çok zor olmadığını ifade ederek, video’yu ekliyorum.
Dünya’da Yapılan Bir Araştırmaya Göre Kurulan Kömür Termik Santrallerinin %42'si Zarar Ediyor
Peki neden hala Güneş Enerjisi’ne yatırım yapmaktan çekiniyoruz? Pahalı olduğu için mi? Öyleyse Carbon Tracker tarafından yayınlanan bir veriye göz atalım. Veriler aralıksız yatırım yaptığımız kömür santrallerinin beşte ikisinin şimdiden zarar ettiğini ve yeni kömürlü termik santrale ihtiyaç duyulmadığını bu sebeple Paris Anlaşması doğrultusunda kapatılmasının ekonomik açıdan anlamlı olduğunu ortaya koyuyor. Bulgular kömürlü termik santrallerinin sadece %35'inin işletmede kalması, yeni yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulmasından daha çok masraflı olacağını gösteriyor. 2030 yılı itibariyla, yeni yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulması, işetmede kalan ve yeni planlanan kömürlü termik santrallerin %96'sını çalıştırmaktan daha ucuz olacak. Yeni düzende ekonomik açıdan da bir sıkıntı oluşturmayan temiz enerji kaynaklarının kullanımına ve kurulumuna yönelik teşvikin artması gerektiğini düşünüyorum.
Diğer canlıların oluşum sürelerine baktığımızda insan ırkı olarak Evren’de kısa süredir var olduğumuzu görüyoruz. Daha alacağımız çok derslerimiz var. Evreni anlarken onu taklit edebilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Güneş’i Rüzgar’ı Denizler’i… Doğaya daha çok bakabilmeyi ve muazzam düzenini görebilmeyi öğrenmekten bahsediyorum. Onu yıkmak değil onu fark etmek ve ona sahip çıkmak. Biz dünyadan, diğer canlılardan ayrı değil aksine onlarla bir bütünüz. Nasıl ki bedenimizin herhangi bir parçasına gelebilecek bir zarar bütün varoluşumuzu etkileme, hatta yok etme gücüne sahipse, doğanın her hangi bir parçasına vereceğimiz zarar bütünün yok olmasına sebebiyet verebilir. Bütüne ait hissedebileceğimiz, algımızı bütünün penceresine açabileceğimiz yaşamlarımız olsun… Evren’de ki tek evimiz olan Dünya’ya sahip çıkalım!