Duygusal Zeka
Epey zorlandık IQ seviyesi bizden yüksek olan sınıf arkadaşlarımızın ya da komşunun kızının/oğlunun puanlarının yüksek olmasından ve bizi sürekli geçiyor olmalarından… Aslında zeka kavramının net bir açıklaması dahi bulunamamış olmasına rağmen yargılandığımız, yarış içine sokulduğumuz bir dönemden geçtik hala da geçmeye devam ediyoruz. Zeka çok boyutları olan ve bu boyutların kendi içinde alt dallarına ayrılan, tanımı halen güç olan bir kavramdır. Bu sebeple, günümüzde yaygınlaşan ve bize farklı bir perspektiften bakmamızı sağlayan duygusal zekadan bahsedeceğim.
Duygusal zeka empati kurabilme, duygularla başa çıkabilme, kendi duygularını analiz edebilme, başarılı ilişkiler kurabilme, motivasyonu yakayabilme yeteneklerini kapsamaktadır. Bu kavramı ilk tanımlayan Salovey ve Mayer olmuştur. Daha sonrasında Goleman’ın ‘’Duygusal Zeka’’ adlı kitabında kamu tarafından çokça ilgiyle karşılanmış ve yayılmaya başlamıştır. Böylelikle batı da 1960’lı yılların başlarında duygusal zeka kavramı yaygınlaşmıştır. Doğu geleneği ise, duyguları ön planda tutan, akılcı etkileşimle devam eden bir düzen içerisindeydi. O halde anlatmaya duygulardan başlayalım.
Golleman, duyguyu ‘Bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimidir’ diye tanımlar. Duygular biz henüz çok küçükken şekillenmeye başlar. Yaşadığımız çevre, ebeveynlerimizin tutumu, genetik özelliklerimiz büyük ölçüde nasıl duygular geliştireceğimizi etkiler. Her insan özgündür, tektir. Bu sebeple aynı olaya, farklı kişiler tarafından çok çeşitli tepkiler verilir. Yani diyebiliriz ki, her bir insan yaşantılarının getirdiği şekilde tepki verir. Duygular evrimsel açıdan da büyük öneme sahiptir. Türümüz varoluşunu büyük ölçüde duygularına borçludur. Duygularımız bizi hayatta tutar, Hedonizm başlıklı yazımda, duyguların, özellikle olumsuz olarak nitelendirdiğimiz duyguların öneminden kısmen de olsa bahsetmiştim. Golleman’ın ‘‘Duygusal zeka neden IQ’dan daha önemlidir’’ kitabın da, Gary ve Mary Jane Chauncey adlı çiftin yaşadığı feci kazaya yer verir. Chauncey ailesi, büyük bir tren kazası sonucu nehre uçarlar ve o anda tek düşündükleri kızları Andrea’dır. Tren hızla su alıp nehrin derinliklerine gömülürken çift, Andrea’yı kurtarma ekibine ulaştırır. Çift ise trenle birlikte sulara gömülerek can verir. Öyle ki kahramanca sayılacak bu davranışı, türümüz binlerce yıldır örneklerine sayısız ölçüde şahit olmuştur. Böyle bir davranışın akla uygun bir tarafı olmadığı gözükebilir. Ancak kalbin gözüyle bu davranıştan başka seçenek görünmemektedir. Öyle görünüyor ki duygularımız aklın ötesine geçer ve biz duygularımızla hayatta kalırız. Abartılmış IQ testinin önemi bizim için o kadar da anlam ifade etmediğini anlıyor hale geliyoruz.
Duygu ve zeka arasındaki ilişki insanlık tarihinden beri sorgulanmış felsefi bir konudur. Klasik yaklaşım olarak nitelendirdiğimiz dönemde, Platon duygular hakkında onların zeka tarafından yönlendirilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir. Descartes’in dönemine gelirsek duyguların, düşüncelerin ürünü olduğunu ve biz istemezsek olmayacaklarını savunmuştur. Günümüzde bu görüşe Nöroloji Profesörü Damasio ‘Descartesin Yanılgısı’ eserinde karşı çıkmıştır. Bir araştırma da beynin duygusal hafızayla ilgili bölümü olan amidgala, duyguların neokorteks’den önce ilk ulaştığı alan olduğunu bulan Le Doux, aslında bazı duyguların bilişsel destek olmadan da tepki vereceği görüşünü destekler nitelikte bir bilgiyi keşfetmiştir.
Aklın egemenliğini bunca yıldan sonra duygunun almasının temel sebebinden biri gelişen teknolojiyle birlikte gelen değişimdir. Artık yaşam hızlanmış, insan üzerindeki baskısı, gelecek kaygısı ve belirsizliği duygusal problemlere yol açmıştır. Hızlanmış yaşam insan biyolojisinin zorlanmasına sebep olmakta ve beraberinde mutsuzluğu, kaygıyı, öfkeyi getirmekte bu da duygusal zekanın eksikliğini hissettirmekte. Duygusal zekası gelişmiş bireyler, duygusal zekası gelişmeyen bireylere oranla kendi duygularını ve etrafındaki kişilerin de duygularını daha iyi analiz edebilmekte, empati becerisi daha gelişkin sosyal ilişkileri kuvvetli bireyler haline gelebilmekteler. Birçok araştırma IQ seviyeleri düşük, duygusal zekası yüksek olan bireylerin eğitim hayatı sonrasında daha mutlu, ilişkileri kuvvetli, hayattan tatmin olabilen bireyler olduğunu gösteriyor. İş hayatın da duygusal zekası gelişmiş bireylerin motivasyonu, duygularla başa çıkabilme yeteneği ve empati kurma becerileri sayesinde diğerlerine oranla fark yaratabilme, liderlik özellikleri sergileme yetileri daha fazladır. Aynı zamanda tahmin edilebileceği gibi eş ilişkileri de aynı ölçüde iyi anlamda gelişmektedir.
Zaman hızlandıkça kaygılarımız artmaya devam edecek ve bizim akademik başarının yanında, duygularımızla mücadele edebileceğimiz, karmaşıklaşan insan ilişkilerinde kendimizi daha iyi ifade edebileceğimiz, güçlü ilişkiler kurabileceğimiz, empati geliştirip başkalarının halinden anlayabileceğimiz, duygusal zekamıza şiddetle ihtiyacımız var. Akılla bir olmuş, duygusal zekası gelişkin bireyler olmamız dileğiyle!